BÖLÜM 1

Çevre Kirliliğinin Tarihi

1İbrahim ÖRÜN1 & 2Belda ERKMEN

1Prof. Dr., Aksaray Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Biyoloji Bölümü, iorun@aksaray.edu.tr,
2Doç. Prof. Dr. Aksaray Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Biyoloji Bölümü, berkmen@aksaray.edu.tr,

1. Giriş

İlk insandan günümüze kadar her dönemde insan etkileri çevreye zarar vermiştir. Bu zararlı etkinin endüstri devrimiyle birlikte daha da arttığı bilinmektedir. İnsan etkileri sonucu çevreye verilen zarar son yıllarda insan ve tüm canlıların hayatını tehdit eder boyutlara ulaşmıştır. Çevre sorunları son 50-60 yıldır artarak devam etmekte ve en önemli gündem maddesi olarak görülmektedir. 21. yy başlarından itibaren insanoğlunun şimdiye kadar görmediği büyüklükte çevre sorunlarıyla karşı karşıya kaldığını söylemek yanlış olmayacaktır. Dünya üzerindeki hava, su, toprak gibi doğal kaynakların kirlenmesi ve tükenmesi yaşamın sürekliliğini tehdit etmektedir.

Son yıllarda çevreyi temizlemek için gösterilen büyük çabalara rağmen, kirlilik önemli bir sorun olmaya devam etmekte ve sağlık için sürekli risk oluşturmaktadır. Sorunlar, endüstriyel emisyonlar, zayıf sanitasyon, yetersiz atık yönetimi, kirli su kaynakları ve biyokütle yakıtlardan iç mekan hava kirliliğine maruz kalma gibi geleneksel kirlilik kaynaklarının çok sayıda insanı etkilediği gelişmekte olan ülkelerde şüphesiz en büyüktür.

Geçmiş, şimdiki ve potansiyel küresel çevre kirliliği ve bozulması tehdidi, toplumun çevre oluşumunu etkileyen ana faktörlerden biridir. Çevre kirliliği ve bozulması kimyasal maddelerden, fiziksel faktörlerden veya istenmeyen canlı organizmaların gelişmesinden kaynaklanabilir. Kirletici, insan aktivitesi veya canlı organizmalar üzerinde olumsuz etkisi olan doğal süreçlerin bir sonucu olarak çevreye salınan herhangi bir maddedir. Çevresel bozulma, çevrenin tasarlandığı amaçlarla kullanılamaz hale gelmesi veya canlı organizmaların ve çevrelerindeki toplulukların gelişiminin bozulduğu anlamına gelir.

Şekil 1. İlk insandan günümüze çevre kirliliği (URL-1)


Çevre kirliliği tüm dünyada endişe verici boyutlara ulaşmıştır. Sera gazı emisyonları ve asit birikimi, su kirliliği ve atık yönetimi dâhil olmak üzere küresel çevre kirliliği, sosyal, ekonomik, mevzuat ve çevre mühendisliği sistemleri de dâhil olmak üzere sağlığı geliştirmeye yardımcı olan ve kontaminasyona karşı çevre sistemlerini güçlendiren yaşam tarzı alışkanlıkları olarak birçok açıdan araştırılması gereken uluslararası halk sağlığı sorunları olarak kabul edilmektedir. Çevre kirleticilerinin erken yaştan itibaren çeşitli olumsuz sağlık etkileri vardır. En önemli zararlı etkilerinden bazıları kardiovasküler sistem, solunum sistemi ve nörolojik sistem sorunları ile bebek ölümleri, oksidatif stres, alerjiler ve diğer çeşitli zararlı etkilerdir. Çevresel kirleticilerin kısa vadeli etkileri genellikle vurgulanmakla birlikte, erken yaşamdan kaynaklanan geniş hava kirliliği tehlikeleri ve daha sonra bunların yetişkinliğin kronik bulaşıcı olmayan hastalıkları üzerindeki olası etkileri de vurgulanmalıdır.

1.1. İlk İnsan-Doğa İlişkisi

Pislik, kir, duman, balçık ve çamur genellikle dünyamızı kirleten hoşgörüsüz ve tehlikeli maddeler için her zaman kapsayıcı bir kelime olmamıştır. 1783 gibi geç bir tarihte, Dr Johnson kirliliği ‘kirletme eylemi’ veya ‘kutsamanın karşıtı’ olarak tanımladı. Johnson'a göre fiil, ‘dini anlamda kirli hale getirmek’ veya ‘suçluluk hissi’ anlamına geliyordu (Markham, 2019). Kirlilik kelimesinin şu anki kullanımı, ondokuzuncu yüzyılda geçerlilik kazandı. 1972'de İngiliz biyolog Kenneth Mellanby kirliliği, “çevremize insan tarafından sokulan toksik maddelerin varlığı” olarak tanımladı (Mellanby,1972), fakat aynı zamanda “doğal maddelerin yer değiştirmesi veya mobilizasyonu ile doğal toprak ve su rejimlerinin bozulması” anlamına da gelebilir.

Kirlilik medeniyetten daha eskidir ve ilk atalarımızın ortaya çıkışından bu zamana kadar bir sorun olmuştur. İnsan aktivitesi sonucu oluşan fiziksel ve kimyasal atık ürünlerin suya, toprağa ve havaya karışması türümüzün yeryüzündeki varoluşundan beri süregelmektedir. İlk hastalıklara kuşkusuz bugün kirlilik dediğimiz şey neden olmuştur. En erken kirlilik biçimi dışkılama eyleminden kaynaklanmış olabilir. Escherichia coli gibi insan bağırsak bakterilerinin içme suyundaki varlığı su kirliliğinin bir göstergesi ve bugün olduğu gibi tarih öncesi insan için de bir hastalık kaynağıydı. Eski zamanlarda bile atık bertarafı için kapsamlı bir sistemin geliştirildiği Çin'de, insan dışkısının gübre olarak kullanılması, binlerce yıl önce bile tarımın önemli bir unsuruydu. Bu nedenle tarih öncesi çağlardan beri kirlilik tıbbın ve sağlığın ayrılmaz bir parçası olmuştur. Ateşin keşfi ile insanoğlu ilk önemli hava kirliliğinin kaynağını yarattı ve duman modern dünyada da önemli bir sorun olmaya hala devam ediyor. Isıtma ve pişirme için yakıtların yakılması, iç mekânların hava kirliliğine katkıda bulunmuştur. Yapılan araştırmalarda ilk insanların yaşam alanı olan mağaraların duvarlarının kalın is tabakalarıyla kaplı olduğu bilinmektedir. Dumanın varlığı nefes almayı zorlaştırdığı gibi kapalı alanda gözleri de tahriş etmiş olmalıdır. Paleolitik çağda mumyalanmış cisimlerin akciğerlerinin çoğunda (ancak bunlardan azı vardır) siyah bir ton vardır. İlk yerleşim yerlerinde duman uzaklaştırılmadı (nedenlerden biri sivrisineklere karşı korunma olabilir) ve bu iç alanlarda yaşayan insanlar çok fazla dumana maruz kaldılar (McNeill, 2001). Eski insanların devamlı olarak dumana maruz kalmaları muhtemeldir ki onların sinüzit ve akciğer antrakozu hastalıklarıyla karşı karşıya kaldıklarını düşündürmektedir.

Şekil 2. İnsan Doğa İlişkisi (URL-2)


Toz kirliliğinin de erken dönem kökenleri vardır. Janssens Orta Avrupa’nın limestone madencilerinin de Obourg’dakiler gibi kireç taşı ocağından çakmak taşı yontmalarından dolayı silikozdan muzdarip olduklarını ileri sürdü (Janssens, 1970). Bazen kirleticilere maruz kalma tarihin gidişatını etkilemiştir. Zambiya’da 200.000 yıllık Broken Hill homidinin son analizlerinde, yaşam alanı olan mağaranın su kaynağının altında bulunan cevher nedeniyle kurşun zehirlenmesine dair kanıtlar bulunmuştur (Hammond, 1994). Avcı-toplayıcılıktan göçebe-hayvancılık sistemlerine nihayetinde Neolitik dönemde yerleşik tarıma geçiş insanlık tarihindeki en temel değişikliklerden biri olmuştur (Ponting, 1991). Yerleşik tarıma geçiş mülkiyet kavramının gelişmesine ve gıda üretiminin artmasına neden olmuştur. Gıda fazlası rahiplik, ordu ve zanaatkârlar dâhil olmak üzere toplum içinde çiftçi olmayanların gelişmesini sağlamıştır. Yiyeceklerin toplanması ve dağıtımı iktidarın ve gelişmenin temeliydi. Daha küçük alanda daha fazla üretim yeteneği nüfus artışının temelini oluşturdu (Markham, 2019).

Tarım toplumların büyümesine, önce küçük köylerin sonra kasabaların nihayetinde şehirlerin ve şehir devletlerin oluşmasına neden oldu. Jericho M.Ö.6500 yılında küçük bir kasaba olmasına rağmen Mezopotamya tapınak kenti Uruk M.Ö. 3000 yılında 50.000 kişilik bir nüfusa sahipti. Modern bir karşılaştırma yapacak olursak Fransa’nın Toulouse şehrinin nüfüsu yaklaşık olarak 5000 yıl sonra 1789’da sadece 55.000’di (Braudel, 1989). Ancak kasabaların ve şehirlerin gelişimi kirlilik çağının başlaması demekti (Markham, 2019).

Eski medeniyetlerin zararlı faaliyetleri çevrede etkileri bugün bile görülebilen uzun süreli değişikliklere neden oldu. Bununla birlikte, bu etkiler herhangi bir küresel değişikliğe neden olmadan sadece ilgili bölgede ortaya çıkmıştır. M.Ö. 3500 ve 1800 yılları arasında Dicle ve Fırat nehirlerinin taşkınlarından dolayı toprağın özelliği değişti. Sonuçta Sümer tarımının verimliliğinin kademeli olarak azalmasına neden oldu. Sulama için kullanılan su, yeraltı suyu seviyesini yükseltir. Eğer fazla su deşarj edilmezse, toprak aşırı su ile doyurulur. Sonuçta tuzların çözünerek ve yüzeyde geçirimsiz bir tabaka halinde çökelmesi gerçekleşir. Aşırı sulama sonucunda toprakların sızmasıyla tarım alanı, üretim için uygunsuz hale gelmektedir. Bu durum Sümer medeniyetinin zayıflamasına büyük ölçüde katkıda bulunmuştur (Markham, 1994; Mészáros, 2002). Sümer uygarlığının zayıflamasına ve yok olmasına neden olan bu durum tuzlanma olarak tanımlanır ve günümüzde de görülebilmektedir. Yazıyı icat eden Sümerler bu olayı 'dünya beyaza döndü' diye kaydettiler (Ponting, 1991). En erken yasalardan olan Hammurabi (M.Ö. 23. yüzyıl) yasaları çoğunlukla su ile ilgilidir (Driver & Miles, 1952). MS 200 civarı İbrani Mişna ve Kudüs ve Babil Talmud kaynaklarında kirlilik konuları ayrıntılarıyla açıklanmaktadır (Mamane, 1987).

İlk kanalizasyon sistemi MÖ altıncı yüzyılda Tarquins'in Etrüsk hanedanlığı sırasında inşa edilen Roma Cloaca Maxima’dır. Bu muazzam yapının ilk amacı Palatine ve Capitoline tepeleri arasındaki bataklığı boşaltmaktı. Sonunda Cumhuriyet'in ve daha sonra İmparatorluğun merkezi haline gelen Roma Forumu'nun kurulmasına yol açtı. Antik dünyanın hidrolik öncüleri olan Romalılar, şehre su getiren bir lağım veya kanalizasyon ağının yanı sıra bir su kemeri labirenti inşa ettiler. Romalıların önderlik etmesine rağmen, halkın sanitasyon ve güvenli suya erişimi on dokuzuncu yüzyıla kadar çoğu ülke için bir öncelik haline gelmedi. Organik atıkların ve kanalizasyonun giderilmesinin ardındaki genel motivasyon, koku sorunu, temiz içme suyu arzusu ve çamurlu ve pis sokaklarda dolaşmaktan hoşlanılmamasıydı. Hastalık taşıyan organizmaların su kirliliği ile doğrudan bağlantısı, mikrop teorisyenlerinin nihayet miasmistlere karşı davasını kanıtladıkları on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısına kadar kanıtlanmamıştır (Markham, 2019).

Ortaçağ Avrupa kasaba ve köyleri çok iyi kokan yerler gibi görünmüyordu. Domuzlar atıkları temizlemek için uygun bir yoldu ve yemedikleri şeylerin yağmurlar tarafından yıkanması beklenirdi. Birçok kasaba ve şehirde imha için temel düzenlemeler yapıldı. Şehirden çöpleri çıkarmak için genellikle 'komisyoncular' veya 'çöpçü' ekipleri kullanıldı. Ancak Roma İmparatorluğu'nun su yönetimi gelişmeleri büyük ölçüde unutulmuştu. Bununla birlikte, baskı altındaki belediye idareleri on dördüncü yüzyılın başlarında su kirliliği sorunlarıyla başa çıkmaya çalışıyordu. Kanalizasyon ve lağımlar geliştiriliyordu, ancak etkinlikleri şüpheliydi. Lağımlar kokuyor, taşıyor ve kuyulara sızma eğilimi gösteriyordu. Kanalizasyonlar ise genellikle her durumda sadece en yakın nehre veya akıntıya boşaltılıyordu (Markham, 2019).

Dünya Sağlık Örgütü'ne (WHO) ve Birleşmiş Milletler Çevre Programına (UNEP) göre, bugün bile artan tuzluluk, yeraltı suyu kirliliğinin en önemli ve kesinlikle en yaygın biçimlerinden biridir. Tuzluluk, özellikle Hindistan'da (toplam sulanan alanın yüzde 24'ü), ABD, Pakistan, İran, Irak ve Mısır'da olmak üzere, dünyadaki sulanan tarım arazilerinin yüzde 7'sini ciddi şekilde etkilemektedir (Meybeck, Chapman, & Helmer, 1990). Böylece kirlilik antik Sümer'den modern Orta Doğu'ya doğrudan geçilebilmektedir.

Şekil 3. Su kirliliği ve kıtlığı (URL-3)


Araştırmalar hava kirliliğinin eski zamanlarda sadece şehirlerde önemli sonuçlar oluşturduğunu göstermektedir. Bu ilk şehirlerin havası, bazı yeni yerleşimlerde olduğu gibi, çürüyen organik evsel atıkların, çürüyen etlerin yanı sıra insan dışkısının kokusu ile doluydu. Bir kuşatma sırasında, agresif kokular yayan bu atık maddelerin çıkarılması mümkün olmadığından, bu yerleşimlerde dayanılmaz koşullar hüküm sürdü. Mısır tarihi kayıtlarına göre Theba ve Memphis arasında Nil'in sol kıyısında bulunan Hermopolis Nubian birlikleri tarafından kuşatıldı. Kuşatma sırasında oluşan şehrin havasının kokusuna dayanamayan sakinleri teslim oldular (Brimblecombe, 1995). Antik kentlerde, hoş olmayan kokulardan kaynaklanan kirlilik çok önemliydi. Aristoteles (M.Ö. 384-322) Athenaion Politeia çalışmasında konu ile ilgili bir kural koydu. Buna göre, gübrenin şehir dışına taşınarak, şehir duvarlarından uzağa yerleştirilmesi gerekiyordu (Mészáros, 2001). Ayrıca eski zamanlarda duman lekeli mermer antik kentlerde onlara grimsi bir ton verdi. Duman ve kurum hava kirliliğinin en önemli sorunlarını temsil ediyordu.

Çin'de de çevre kirliliğinin birkaç örneği vardır. Tang döneminden önce (618-907), Shantung Dağlarındaki köknarlar yakıldı. Tang döneminde ise Shansi ve Hopei eyaletlerinin Taihang dağları yamaçları kısır hale geldi (Schäfer, 1962). Benzer şekilde Tang hanedanlığı döneminde başkent Loyang çevresindeki ormanlar kesilerek tahrip edildi. Yakacak odun olarak ve devlet daireleri için mürekkep elde etmek amacıyla çoğunlukla ağaçların gövdeleri kullanılmış ve kısmen yanmıştır (Epstein, 1992).

Şekil 4. Çin'de Tang dönemi tarımı (URL-4)


Kentsel hava kirliliği, verilen yerleşimin boyutuna, yerleşim alanının boyutuna ve endüstriyel faaliyetin doğasına, özellikle de geleneksel yakıtların kullanımına bağlıdır. Kentleşme, Çin'de, Akdeniz Havzasında ve Kuzeybatı Afrika'da MS 1000'den itibaren ilerledikçe, giderek daha fazla insan dumanlı ve isli bir çevrede yaşamaya başladı. O dönemin kasabaları hakkında kapsamlı deneyime sahip olan filozof ve fizikçi Maimonides (1135-1204) Cordoba'dan Kahire'ye kadar, kentsel havanın “havasız, dumanlı, kirli, karanlık ve sisli” olduğunu belirtmektedir (Turco, 1997).

Öte yandan, trafik ve ulaşım zorlukları şehirlerdeki hava kirliliği oranını nisbeten sınırlandırmıştır. En fazla enerji tüketen endüstriyel faaliyetler (örneğin fayans, cam, seramik, tuğla ve demir döküm üretimi) ormanların yakınında bulunuyordu, çünkü büyük miktarlarda yakıtın şehirlere taşınması çok pahalı oluyordu. Bu şekilde, endüstriyel kaynaklı hava kirleticileri havayı kokutmasına rağmen, sadece o bölgede bulunan birkaç kişi o havayı soluyordu. Liman şehirleri bu kirlilik konusunda istisnaydılar. Çünkü gemiler odun ve odun kömürünü daha ekonomik olarak taşıyabiliyordu. Böylece, Venedik uzak yerlerden odun taşınmasıyla enerji tedarikini sağlamış ve cam endüstrisini koruyabilmişti. Bununla birlikte, kentsel hava kirliliğinin çoğu gübre veya odun gibi ev yakıtlarından bazen de dumansız odun kömüründen de kaynaklanmaktaydı (McNeill, 2001). Çin şehirlerinin havası da aşırı derecede kirliydi. Çünkü Sung başkenti Kaifeng'de gelişmiş sutaşıma sistemi (Büyük Kanal) büyük miktarda yakıt kullanmaktaydı. Pekin'in 500 km güneyinde yer alan bu şehir, muhtemelen dünyadaki enerji arzını odundan kömüre dönüştüren ilk şehirdi. Bu geçiş, kentin yaklaşık bir milyon nüfusa sahip olduğu 11. yüzyılın sonunda meydana geldi. Ancak kömürle ısınma sürdü. 1126 yılında Moğol istilasıyla Kaifeng tahrip edildi ve şehirde kalanlar 13. yüzyılın başlarında vebadan öldü (Hartwell, 2008). İngiltere’de evlerinin önünü kirletmek o kadar büyük bir sorun olmuştur ki 1345 yılında bunu yapanlar para cezasına çarptırılmaya başlanmıştır. Ayrıca 12. yüzyılda ise Fransa’da sokaklardaki atıkların kaldırılması emredilmiştir. Ancak atıkların sokaklardan akarsulara atılması da içme suyu kaynaklarını kirletti.

Yaşanan bu olumsuzluklara karşın her dönem bazı önlemler alınmıştır. Roma imparatorluğu döneminde Roma’ya su tedariki sağlama girişimleri olmuştur. Ayrıca çıkarılan bir yasa ile hava kirliliğine izin verilmiyordu (Makra & Brimblecombe, 2004). Ayrıca Londra'da kirliliğe neden olanlara para cezaları veriliyordu. Kömürden kaynaklanan hava kirliliğine ilişkin 1306 bildirisi, suçluları 'ağır fidye' ile tehdit ediyordu (Brimblecombe, 2011).

1.2. Rönesans

Orta Çağ Avrupa’sında Katolik kilisesinin Avrupa kültürü üzerindeki etkisi inkâr edilemez bir gerçektir. Kültür, bilim, politika, ekonomi ve kişinin özel yaşamı gibi birçok alanda kilise etkili olmuştur. Orta çağı takip eden dönemler Rönesans ve reform dönemleri olarak bilinir. Bu dönemler özellikle Kilise üzerinden kültürel değişimlerin yaşandığı dönem olarak bilinir. Rönesans kısmen Yunan ve Roma düşüncesinin entelektüel alana yeniden girişi olarak bilinir. Bu dönemdeki aydınlanmaya ve gelişmeye rağmen, ortaçağ dünyası daha sonraki rönesans medeniyetinden daha fazla sanitasyon bilincine sahipti. Ancak bu sanitasyon bilinci Avrupa'nın vebaya yenik düşmesini engellemeye yetmedi (Ziegler, 2013). 1347 yılındaki veba, pire tarafından taşınan ve sıçanların yaydığı bir bakterinin neden olduğu bir hastalıktı. Bu hastalık, tarım arazilerinin kıtlığı ve nüfus artışının yanı sıra aşırı soğuk hava ve yüksek yağış nedeniyle yaygın ölüm ve açlıktan sonra ortaya çıktı. Sıçanların yaydığı bu bakteri muhtemelen orta doğudan dönen haçlı teknelerindeki sıçanlarla gelmişlerdi. Avrupa'nın aşırı kalabalık ve sağlıksız koşullarında bu sıçanlar geliştiler. Sokaklara ve çoğu Avrupa şehrinin nehirlerine doğru akan kontrolsüz kanalizasyon akışı ve kıtlıktan etkilenen nüfus veba için ideal koşulları sağladı. Yayılması kontrol edilemeyen pandeminin, birkaç yıl içinde Avrupa'daki insanların üçte birinin ölümüne sebep olduğu belirtilmektedir. On beşinci ve on altıncı yüzyıllarda Britanya ormanlarının azalması, odunun yakıt olarak kullanılmasının maliyetini arttırdı ve bu da evsel ısıtma için kömürün daha fazla kullanılmasına yol açtı. Kömür yakmak ve havayı kirletenler için cezai uygulamalar olsa da bu dönemde de kömürden kaynaklanan hava kirliliği birçok kaynakta belirtilmiştir. Bazı kaynaklarda Londra’nın kömür denizi bulutu içinde kaldığı yazılmaktadır. Ayrıca rönasans döneminde dahi kanalizasyon borularının eksikliği ve sokaklara atılan atıkların kent kirliliğinin dayanılmaz kokusu yüzyıllardır Avrupa çapında yaygındı. Ayrıca her türlü atık madde kanalizasyona ulaşmadan oluklardan açık bir şekilde akmaktaydı. Roma İmparatorluğu döneminde çok fazla olan atmosferik kurşun konsantrasyonu imparatorluğun çöküşünden sonra yüzyıllar öncesi seviyesine düştü. Ancak Ortaçağ ve Rönesans Çağlarında tekrar artmaya başladı ve Roma İmparatorluğu döneminde tespit edilen konsantrasyon seviyesine ulaştı (Boutron, 1995). Daha sonra artış, sanayi devriminin ardından devam etti.

Şekil 5. Avrupa’da veba salgını (URL-5)


Çevre kirliliği hakkında bilinen ilk yasa 1388’de İngiltere Parlementosu’nda kabul edildi. Bu yasaya göre, çöp ve atıklar nehirlere, derelere ve sokaklara atılmayacaktı. İnsanların kendi elleriyle doğayı kirletmelerinin sonucunda, kendilerinin gördükleri zararın dayanılmaz boyuta ulaşmasıyla, ancak devlet yasasıyla kendilerini koruyacakları kanaatine vararak oluşturdukları ilk yasa, bu yasadır.

1.3 Sanayi Devrimi

Çevre kirliliğinin doruğa ulaşmasında 19. yüzyıldaki Sanayi Devrimi’nin büyük etkisi olmuştur. Fakat çevre kirliliğinin bu tarihte başladığını varsaymak büyük bir yanılgıdır. Çevre kirliliği çok eski çağlardan beri vardır. Ancak çevre biliminin ve ciddi bir ekolojik bilincin oluşması yenidir. Ormanların tarım alanı ve yerleşim alanı olarak yok edilmesi insanoğlunun çevreye çağlar boyunca verdiği zararın bir örneğidir. Orman yangını ve kapalı alanlarda odun yakılması çağlar öncesinde insanların sık sık yakalandığı sinüzit ve antrakoz (akciğerlerde siyahlaşma) gibi hastalıkların başlıca nedenidir.

19. yüzyıl sanayileşmesinde ise ortaya çıkan tablo korkunçtur. Tüm sanayi bölgelerindeki tesisler karaları, suları ve havayı kirlettiler. O dönemlerin roman ve yazıları Londra’nın kirlenmişliğinin kitaplardaki en bilinen delilleridir. 1930 yılında Belçika’nın Mosa Vadisi’nde 63 kişi hava kirliliğinden öldü. 1952 yılında ise Londra’da yaşanan felaket çok daha büyüktü. İnsanların doğayı tahribinin bir sonucu olarak 4000’i aşkın kişi nefes alma zorluğundan öldü. 1945 yılında Richard Fitter "Havanın duman ve diğer zararlı buharlar tarafından kirlenmesi tamamen insan kontrolü altında önlenebilir nedenlerden kaynaklanmaktadır” demektedir.

Şekil 6. Çevre Kirliliğiyle Sanayi Devrimi (URL-6)


Endüstri devrimi ve değişen kalıplar ile üretim ve tüketimin çevreye etkileri de değişmiştir. Kurulan fabrikalar büyük ölçekte üretim yapabilmelerine karşın aynı oranda da atık üreterek çevrenin kirletilmesinde büyük pay sahibi olmuşlardır. Örneğin, üretim süreçlerinde oluşan atık su, arıtılmadan doğrudan deşarj edilerek, göl ve nehirlerin kirletilmesinin yanı sıra bu ortamlardaki canlı yaşantısının da olumsuz etkilenmesine sebep olmuştur. Aynı şekilde, fabrikalardan çıkan katı atıkların depolama alanlarında bekletilmesi sırasında oluşan sızıntı suyu, öncelikli olarak toprağı daha sonrasında da yeraltı sularını kirletmektedir. Buradaki en önemli etkenlerden bazıları, petrokimyadaki gelişmelerle sentetik hammadde ve ürünlerin hızla artması, gerek üretim sürecinde gerekse ürünlerde kullanılan maddelerin çok çeşitlenmesi ve konvansiyonel üretim süreçlerinde görülenlerden çok farklı karakterlere sahip olmasıdır (doğada nasıl davranacağının ve nasıl yok olacağının bilinmemesi).

Kirliliğin hem üretim tesislerinden hem de son kullanıcının atıklarından kaynaklanmaya başlaması, dolayısıyla kirletici etkenlerin artık eskisinden çok daha geniş bir coğrafyaya nüfuz etmesidir. Benzer şekilde, endüstriyel üretim süreçlerinde oluşan bazı kirletici gazlar asit yağmurlarını oluşturmuş ve bir dönem Kuzey Avrupa ülkelerinin büyük bir problemi haline gelmiştir. Başka tür gazlar, ozon tabakasında incelmeye veya hasara sebep olarak, güneşin zararlı ışınlarının yaşam alanına girmesine yol açmıştır. Ayrıca insanlar arasında yaşanan kanser oranlarının artmasına da neden olmaktadır. İkinci Dünya Savaşı esnasında kullanılan atom bombası ve en son Çernobil’de yaşanan facia sonrası yaşanan radyoaktif kirlilik, söz konusu etkilerin ne kadar büyük olabileceğini göstermektedir. Bunlar ve benzeri daha birçok örnek endüstrileşen dünyanın, gereken önlemler alınmadığı takdirde, çevre, doğa ve canlı yaşamı üzerinde ne gibi sıkıntılara yol açabileceğini gösteren kanıtlardır.

Endüstrileşen dünyanın ve hızla tırmanan tüketim alışkanlıklarının neden olduğu olumsuz değişimlere eklenen etkenlerden bir yenisi de, 20. yüzyılda ortaya çıkmaya başlayan ve son zamanlarda gittikçe daha fazla gündeme oturan küresel iklim değişikliği meselesidir. Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli (Intergovernmental Panel on Climate Change - IPCC) tarafından hazırlanan raporlar da dünyada yaşanan su kıtlığı, kuraklıklar, sıcaklık dalgalanmaları, seller ve yangınların iklim değişikliği üzerinde etkileri olduğunu göstermektedir (ipcc., 2012). Bu etkiler günümüzde hem bireysel bazda hem de devletler ve bölgeler bazında ciddi sonuçlar ortaya çıkarmaktadır. Bu durum günümüzde iklim, su, gıda ve enerji güvenliği gibi kavramların ortaya çıkmasına neden olmuştur (Tuğaç, 2014). Bu kavramlardan iklim değişikliği, iklimin ortalama durumunda ve/ya da değişkenliğinde onlarca yıl ya da daha uzun süre boyunca gerçekleşen değişiklikler olarak tanımlanmaktadır. Küresel ısınma günümüzde iklim değişikliği olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun nedeni ise aşırı ve bilinçsiz kaynak kullanımıdır. İklim değişikliğinin akarsu akışları, yeraltı suları, göllerdeki su miktarı, sıcaklıklar ve yağışlarda görülen değişmeler üzerinde etkisi vardır. İklim değişikliğinin bu etkileri kışın yağışların azalmasına, yazın ani yağışların olmasına ve mevsim sıcaklığının ortalamalarının üstünde veya altında olmasına sebep olmaktadır (Sandalcı ve Yüksel, 2011).


Şekil 7. Küresel İklim Değişikliği (URL-7)


Ayrıca son günlerde dünya genelinde etkili olan korona virüs (COVID-19) pandemisi de öncelikli olarak vahşi yaşam hayvanlarını yaşam alanına zarar vermek sadece o canlılara değil insanlara da zarar verdiğini göstermektedir. Onlara zarar vermeyen bazı mikroorganizmalar insanlarda hastalığa ve salgına neden olabilmektedir. Çevreye, doğal ortama ve doğal ortamda yaşayan canlıların yaşamına ve yaşam alanına saygı göstermeliyiz. Bunun yanında kişisel temizlik, halk sağlığı ve çevre sağlığı oldukça önemlidir. Çünkü dünyada herhangi bir yerde ortaya çıkan bir hastalık salgını sadece o bölgeyi değil bütün dünyayı etkisi altına alabilmektedir. Dahası sağlık başta olmak üzere ekonomi, sosyal hayat, halk sağlığı, eğitim vb. bütün sektörleri etkilemektedir. Bu tip salgınlar ile mücadele, kişisel mücadeleden toplumsal mücadeleye ve sonunda bütün insanlığın ortak bir mücadelesine ihtiyaç duymaktadır.